Pazar günlerimi bu şekilde geçirmekten çok usandım.Her hafta aynı şeyi yapıyorum.Bir iki saat içinde yapıp bitirmem gereken ev işlerini yapmayıp, aklımda bu işler olduğu için dinlenemeden ve kendimi hiç bir şekilde geliştirecek bir şeyler yapmadan günü geçiriyorum.Pazar akşamları da inanılmaz sıkıntılı bir ruh haline bürünüyorum doğal olarak.
Aslına bakarsam yani itiraf edeyim bu hayatı ıskaladığım duygusu sadece Pazar günlerine mahsus değil.Sanırım bu sıkıntı bana –bize- doğduğum günden beri dayatılan ödevleri –ki bunlar her dönem şekil değiltirir; okul olur, ev işi olur, ofis işi olur, hiç bitmez, hiç bitirilmez, hep bir hedef, hep bir başarı kışkırtıcılığı- bitirememenin verdiği sıkıntıdan ziyade içimden taşan bütün o hikayelerimi, hayallerimi, arzularımı gerçekleştirememiş olmaktan kaynaklı. Mesela tam şu anda, gecenin bir kör vakti dışarı çıkmak, şehri biraz tepeden görebileceğim biryerlere gidip yıldızları ve şehri seyredesim var.Yarın sabah güneş doğarken hiç gitmediğim, hiç bilmediğim bir şehre gidesim var.Kafamda çok zamandır vücuda gelmiş halde bulunan, kendi hikayelerini yaşayan bir sürü adamı ve kadını bizim bildiğimiz, yaşadığımız, hissettiğimiz boyuta taşımak var.Yazmak var, boyamak var, görmek var, koklamak var, daha çok hissetmek var hayatı aklımda.
Öyle çok okuyorumki bu aralar.Benim hayatla ilgili herşeyde dönem dönem oburluk krizlerim oluyor.Başkalarının hikayelerini, hayallerini, hayatlarını okumak konusunda da aşırıya kaçtığım bir dönemdeyim, tıpkı bazen yerken, aşık olurken, para harcarken, uyurken, müzik dinlerken yaptığım gibi.Yok ya da çok benim için her şey, arasını hiç bulamadım..
(Bu arada okuduklarım içerisinde beni en çok etkileyen iki kitap oldu; İlki Ece Temelkuran’ın İkinci Yarısı diğeri ise Perihan Mağden’in Yaz Kitabı.Her ikisini de şiddetle, ısrarla öneririm.)
Kayıp bir Pazar gününe layık, biraz karışık bir yazı oldu.Neticede yine buralardayım.Umarım...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder