10 Temmuz 2010 Cumartesi

İstanbul



Fazla dışa vurmamaya çalışıyorum, kendime bile itiraf edemiyorum ama bir kaç haftadır sıkıntı içindeyim.Benim kafama bir şey takılmışsa yaşam enerjim kaybolur; içimden ne okumak, ne gezmek, ne süslenmek, ne gülümsemek, ne kızmak, ne geleceğe ilişikin plan yapmak, ne hayal kurmak gelir.Bütün duygular, zevkler, hayaller çekilir, geriye renksiz, kokusuz, hissiz bir boşluk oturur.Son iki haftadır yine böyleydim, bu şekilde olmamın sebepleri çok önemli değil, beni endişelendiren çok da hayati olmayan en ufak nedenlerle psikolojimin kolayca dağılıverebilmesi.Bazen onca yıllık yaşanmışlık, deneyim pek bir işe yaramıyor.İnsan otuz yaşında bile bir çocuk gibi kırılgan ve savunmasız olabiliyor.




Ama büyümenin bir raconu var; kan kusup kızılcık şerbeti içtim demek...Etrafa belli etmeden, kafanızda sorunu evirip çevirmek...İyileşmeye, güçlenmeye çalışırken ayakta kalmaya gayret etmek... Kolay olmuyor, zorlanıyor insan.Ve bazen ümitsizliğe kapılıyorsun, bu yara iyileşmez diye.Ama iyileşiyorsun...



Günler bu şekilde akıp giderken dün gece bir rüya gördüm.Detayları anlatıp lafı uzatmak istemiyorum, kısaca kutsal bazı eşyalara dokunmamıza izin veriyorlar.İçlerinde bir taş var, ona dokunuyorum.Dokununca ellerimden tüm vücuduma bir his yayılıyor.Sanki pili biten akünün şarj olması gibi hayat enerjisini tüm hücrelerimde hissediyorum.Bu duygu o kadar gerçekçi ve güzel ki dayanamayıp taşı öpüp alnıma bastırıyorum.Bu defa da alnım ve dudaklarımdan inanılmaz bir güç tüm vücuduma yayılmaya başlıyor.Bu kuvvetli hissiyatla uyanıyorum.

Nasıl günlerce yatağa düşüren ateşli bir hastalıktan kurtulduğumuzu, artık iyileştiğimizi biliriz, bu sabah da günlerdir içimi acıtan sıkıntının gittiğini, iyileştiğimi anlamıştım.Sabah hemen bir duş aldım, uzun zamandır ertelediğim bir işimi halletmek için Sirkeci’ye uğramam gerekiyordu, bunu bahane ederek eski İstanbul’u şöyle bir gezdim.Kadıköy’de kitapçıları gezdim, Beyazıt’ta sahafları...Bir sürü kitap, dergi aldım okumak bile istemediğim günlerin acısını çıkarmak için sanki...Balık ekmek yedim denize bakarak, vapurda yağmura rağmen dışarıda oturdum...Eminönü’nde Mehmet Efendi’den Türk Kahvesi aldım, yol boyunca paketi kokladım.Şehremini’nde Kara Ahmet Paşa İlkokulu’nun eski binasını seyrettim, ilkokul günlerimde bana kocaman gelen binanın hayretle ufacık bir bina olduğunu farkettim.Ayakkabılara baktım, hangisini alacağıma karar veremedim...

























Renkler, kokular, yaşıyor olmaktan alınan mutluluk ve sahip olduklarına duyduğun şükür duygusu bugün yeniden içimde belirdi.Mutluyum.İstanbul’a teşekkür ederim, beni yeniden hayatın içine çektiği için...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder