Perihan Mağden’e susamışım. Seneler önce gazete yazılarını
düzenli takip eder, gündemdeki konuları bir de onun sivri, lafı eveleyip
gevelemeye gerek duymadan gediğine koyan, sorgulayan, hiçbir konuya kuruma
inanca sırtını yaslamadan sade insan olmanın şahaneliğiyle yorumlayan üslubuyla
okumaya bayılırdım. Ve fakat bizim gibi eleştiriye, fütursuzluğa, kara
koyunluğa tahammülü olmayan bir toplum için fazlaydı, nitekim bir süre sonra yıldı,
yıldırıldı. Dolayısıyla uzunca süredir yeni denemelerine hasrettim. Evet güzel
romanları da vardır Perihan Mağden’in. İnsan psikolojisini hallaç pamuğu gibi
fırlata ata önümüze serdiği, garip, sert, zevkle okunan... Ama işte romanlar
iki senede bir yetmiyor, yetemiyor. Bu kadında bizim ihtiyaç duyduğumuz bir
şeyler olduğuna inanıyorum: pervasızlık, zeka ve düzen dediğimiz yılışık
kaypaklığa şiddetli bir kin ! Ve hergün muhattap olmak zorunda kaldığımız
sosyopatlara, damarlarımıza sirayet etmiş nevrozlara iyi gelen bir şeyler
olduğuna inanıyorum yazılarında... Bir nevi panzehir, tabi anlayana...
Son kitabı, Tehlikeli Temayüller’den sevdiğim bir kaç bölüm.
Ama kitapta daha fazlası var. İlişkilerde mış gibi yapmamak için nokta atışı
yapan sorgulamaları, hayatı bize dar eden taksicileri , popüler kültürün
yaratıklandırdığı yeni nesli, kutsal analık dikenlik tacını başından
çıkarmayanları merak ediyorsanız ve bazen içinizi bulandırdığı, huzursuz ettiği
halde tanımlayamadığınız herhangi bir absürtlük için ‘hah ben de işte tam da
böyle düşünüyordum’ diyebilmek için okuyun...
Kutsal annelik o denli müsamaha gösterilen, karşısındakileri
öylesine çaresizleştiren bir oyun kartı ki, kadın bu karta her gün daha fazla
abandıkça etrafındaki çaresizler geri çekiliyor.
Ben şöyle bir iç kafanın da esiri oldukları kanaatindeyim: ‘Madem
ben mutsuzum, tatminsizim, hayat korkunç ve potansiyel felaketlerle dolu;
etrafıma da hayatı zindan etmek için NE gerekiyorsa yapabilirim. Ben bu kadar
sıkıntılıysam, onların da canı sıkılsın. Ben bu kadar üzgünken kimse
neşelenmesin. İçinde debelendiğim tatminsizlik çukurunda eşitlenelim, o zaman
daha rahat ederim’
O kadar mutsuz ve huzursuzlar ki, kaybedecek hiçbir şeyleri
yok!
Bu toplumdaki çıldırtıcı nevrotikliğe itaat katsayısını
düşünürken, Kutsal Anne/Fazla İltifat ve Alakayla İğdiş Edilmiş Oğul/ Hiçbir
Şeyi Görmek İstemeyen Ruh Baba üçgenini de her daim gözönüne almamızda sonsuz
yarar var.
Alın, evliliklere bakın: Ne kadar az yüzleşme, o denli
sürdürülebilir evlilik, beraberlik ihtimali.
Evli çiftler yüzleşmeme, birbirleriyle ilgili hakikatleri
kedi şeyini örter gibi örtme, canlarını sıkacak huyları/olayları görmeme ve
hatta göstermeme konusunda öyle üstatlaşmışlar ki.
Gözlerim kamaşıyor onları izlerken.
Bazen saf saf birinin bilip de çok mühimsediği bir olayı ‘Sen
ona anlatmadın mı’ diye eşine/partnerine anlatıp anlatmadığını sorduğum oluyor.
Hayır! Tabii ki anlatmamış oluyorlar.
Eşe anlatılıp anlatamayacakları mevzular konusunda o kadar
ince telli bir elekleri var ki!
Bu olağanüstü ince telli eleğin imalatı, Yüzleşmeme Arzusu
Atölyesinde gerçekleştirilmiş oluyor.Yüzleşmezsen, paylaşmazsan, ne kokar ne
bulaşır beraberliğini rahatça sürdürebiliyorsun.
Yüzleşmemek, aynen unutmak gibi. Bağışlamak, hatırlamamak,
görmezden gelmek gibi. Onların türevi.Kabiledaşı.
Hatta daha üst modeli. Unutman ve affetmen dahi gereksiz
kalıyor; bu çabalar dahi ekarte ediliyor.
Zira yüzleşmeme kurnazlığını gösterdiğin için HABERİN YOK!
E haberin olmadığına göre, yoluna devam edebilirsin. Öyle
değil mi?
Eşleri tarafından (gizlice) itilip kakılan, evdeki yaşam
stilleri kadınların mutlak tercihleriyle belirlendiği halde, bunu görmezden
gelen ya da sineye çeken adamlar ‘aşırı babalık’ diyebileceğim bir tiyatro
sahnesinde debelenmekle meşguller.Tatil köylerinin havuzlarında, plajlarda, okul
müsamerelerinde (özellikle kızlarına) ‘Gel babişinin kollarına, benim aşkım,
canım yavrum’ yapan koca koca heriflerin manzarası içimi bulandırıyor resmen.Bir over-babalık haline esir düşmüş vaziyetteler.